25 Haziran...
25 Haziran...
Feda eylemi...
"Fikri yaşamak yaşamayı fikir bilmek" diyen, bunu da fedaî ruhuyla isbat eden...
Acaba hangimiz, O'nun kadar bu sözün gereğini yerine getirebildik...
Ne fikri bildik, ne de o fikir için yaşamayı...
Oysa yaşamak ölmeye hazır olmaktı.
İnsan hayata başlarken, ölüm ile nikah kıymıyor muydu?
Ölüme nişanlı, ölüme aşık bir hayat ve bunun mücadelesi...
Sen yine bize yaşamanın amacını ve gayesini gösterdin bir sıcak yaz günü...
Çölde ölümüne susayan bir yolcunun, suyu bulunca koşar adımla o suya koşması idi 25 Haziran...
Ne ölümler korkutabilirdi seni, ne ölümle..
Çünkü "Yaşamayı fikir-ölmeyi fikir" bilen sendin...
Acaba "Ölmeden önce ölme" sırrına erişmek bundan başka birşey miydi?
Hayır hayır ta kendisi!
"Ölmeden önce ölünüz" ölçüsünün O'nda ki tecellisi 25 Haziran...
Oysa ne bilirdi, seni bilmeyenler "Fikri yaşamak yaşamayı-ölmeyi- fikir bilmek" ne demekti...
Ey Gül Yüzlü Dev!
Sen hayatı anlamlandırmak için kendini feda ettin!...
Ey Gül Yüzlü Dev!
Sen "Yaşanmaya değer hayat" için kendini feda ettin!...
Ey Gül Yüzlü Dev!
Sen Üstadın o geceler boyu çilesini çektiği dava için kendini feda ettin!...
Ey Gül Yüzlü Dev!
Sen ceddin Hz. Ebubekir'de görülen o merhamet abidesi düşünce (Ya Rabbi! Vücüdumu öyle büyüt öyle büyüt ki, cehennemi doldursun ve benden başka hiç kimse oraya girmesin)-duasının bir yansıması olarak, bu karanlık çağı aydınlattın.
Ey Gül Yüzlü Dev!
Sen Türk için, Kürt için, Arab için yani Ümmet için kendini feda ettin...
Ey Gül Yüzlü Dev!
Sen Ümmetin gül yüzlü çocukları için kendini feda ettin...
O gül yüzlü çocukların bütün acılarını omuzlarına aldın...
O; o kadar ağır bir yük ki, dağları taşları iki büklüm eden bu yük, senin omuzlarında, gül yüzlü çocukların gülüşüne döndü...
Gül yüzlülüler solmasın diye, 17 yıldır, dışarıda sensiz açan her güle, kokunu verdin...
Bir gülüşüne binlerce can feda olsun...
Sen gül ki; gül bahçesi gönlümüzde açsın...
Fikri için yaşayan, fikri için cezaevine giren, fikri için Telgramcılarla mücadele eden...
"Bu bir ilim mi, din mi" savaşı diyen, dinsiz hayvanlar senin elinle mahvoldu...
Ve "fikir" kendini feda ederek galib oldu...
Ve galib olanlar her zaman için kendini feda etmesini bilenlerdi...
ÖLÇÜ
Sıcak bir yaz gününde buzlu bir şerbeti içer gibi davası uğrunda ölüme atılan-atılacak olana “intihar komandosu-intihar eylemcisi” demek, sadece bir ağız alışkanlığıdır, hangi davaya mensup olursa olsun bu böyle!
İslâmi yönden bakıldığında, bu eyleme “fedaî eylemi-şehadet eylemi” denilme tabiîdir, o hâlde, işin içinde aldanışlar olsa da, netice itibariyle benim bilek ve kolumu kesmem, yahut kendimi asmaya teşebbüs etmem, bir şahadet eylemidir.
“Tilki Günlüğü”nde “Ufuk” başlığı altında benimle alâkası gösterilen Üstadım’ın “Kafa Kağıdı”, yine aynı tedai içindeki bir parçasıyla bu eserde “Maristan- Hastahâne” başlığı ile yerini alıyor; onun sessiz çığlığı da, aynen tarafımdan yaşanmış olarak. (*)
………..
MARİSTAN
Gece yarısı…
Evet, taş yürekli bir hademe narası peşinden dağ devirici bir kapı sesi bana Büyük Fransız İhtilâlinin yediği kelleleri hatırlatıyor… Önce Danton… Onu bir hücreye kapatmışlar ve birkaç gün sonra huzuruna çıkacağı İhtilâl Mahkemesi’nde nefsini müdafaadan âciz kalması için tek saniye uyutmamayı düşünmüşlerdir.
Ne yapsınlar?
Su borularının tamiri bahanesiyle hücresinin yanında, kazma, kürek, çekiç, balyoz, o türlü bir gürültü koparıyorlar ki, adam günlerce uykusuz kalıyor… İkincisi kimya ilmine yeni ufuklar getirmiş meşhur Lâvazye… İdama mahkûm oluyor ve mahkemeye şöyle hitab ediyor:
-Bana, yanıma muhafızlar koyarak yalnız 15 günlük bir mühlet veriniz! İnsanlığa büyük faydalar getirecek mühim bir keşif üzerindeyim! Sonra kellemi koparırsınız! (*)
Büyük âlimin istediğini reddediyorlar:
-“Hayır! Bu bir siyasi oyundur!”
Benim vaziyetim de Danton ve Lâvazye’ninkini andırır bir mânâ bulunmadığı hâlde öyle bir ruh haletine varmış bulunuyorum ki , yüzüme sert bir bakış, etrafımda hiddetli bir ayak sesi bile başıma bir tokmak gibi iniyor ve en küçüğünden en büyüğüne kadar hâdiseler, bana azap vermekte birlik olmuş görünüyor. Bir çatalı, bir kâğıdı, bir havluyu bile nereye koyduğumu veya koymam gerektiğini tâyinden aciz kalıyorum.
Bu büyük bir İlâhî imtihan… Biliyorum. Çok derinden anlıyor ve biliyorum. O zaman, Allah’ın zât ismiyle sıfat adlarını içime dolduruyor ve basıyorum sessiz çığlığı;
-“Yâ Allah, yâ Rahîm, Yâ Hakîm, yâ Lâtif!” (*)
………..
İNTİHAR
Gerçekten önemli olan bir tek felsefe meselesi vardır; intihar. Hayatın yaşanmaya değip değmediği hususunda bir hükme varmak, felsefenin temel sorusuna karşılık vermektir. Gerisi, dünyanın üç buudlu olup olmadığı, aklın dokuz mu, yoksa oniki mi kategorisi sonra gelir. Oyundur bunlar, önce karşılık vermek gerekir. (*)
……..
Bir meselenin bir başka meseleden daha önce sonuçlandırılması gerektiğini neye göre yargılamalı?” diye sorulursa, “gerektirdiği davranışlara göre” diye cevap veririm.(*)
(*) - Salih MİRZABEYOĞLU – TELEGRAM (sayfa 333, 334, 335)
Hiç yorum yok