ŞEYH AHMET YASİN


25 Eylül 1997 Amman/Ürdün!..
Güzel yüzlü, sıcak bakışlı, cana yakın 40 küsur yaşlarında bir adam geniş ve kalabalık caddede yürüyordu. Korumaları olan iki sivil, bakışlarını bir an üzerinden ayırmıyor, dikkatle kendisini takip ediyordu.
Fakat bu güzel yüzlü adamı takip eden iki kişi daha vardı. Uzaktan uzağa bir fırsat kollamaya çalışıyor, inatla takipten vazgeçmiyorlardı. Zaman zaman birbirlerine ba­kıp işaretleştikleri gözlerinde; hile, kin ve nefret parlıyordu.
Güzel yüzlü adam yavaşladı. Tam kolladıkları bir fır­satta tekrar bakıştılar. Başları karşılıklı birbirlerini onaylarcasına eğildi. Sağ taraftakinin elinde bir cihaz göründü. Adımlarını hızlandırdı.
Güzel yüzlü adamın bir an durup ileriye bakmasını fır­sat bilen adam, hızlı adımlarla arkadan ansızın yaklaştı. Elindeki cihazı hızla batırıp kaçtı. Vücudunda bir sızı hisse­den güzel yüzlü adam, ani bir refleksle dönerken uzaklaş­maya çalışan her iki saldırgan, korumalarının müdahalesi ile kıskıvrak yakalandı.
Olaydan bir müddet sonra aynı gün Ürdün Kraliyet Sarayı'nda, Kral Hüseyin'e İstihbarat Servisi Başkanı rapor sunuyordu.
- Majesteleri, saygılar sunarım! Bugün HAMAS Siyasi Birim Başkanı Halid Meş'al'e suikast düzenlendi. Arz et­mek için huzurunuzda bulunuyorum.
Yüzü Öfkeden kıpkırmızı kesilen Kral, kurşun hızıyla art arda sorular sıraladı.
- Halid Meş'al'e suikast mı? Kim, neden, niçin, nasıl? 
- MOSSAD efendim. 
Tek kelimelik cevap her şeyi anlatmaya yetse de rahat; etmedi yaşlı Kral.
- Baştan anlat şu olayı. Dinlemek istiyorum.
- Efendim! Bugün Amman'da iki korumasıyla yürüyen Meş'al'e iki kişi bir cihazla suikast düzenlediler. Bunlar ar­kadan yanaşıp ellerindeki cihazı Meş'al'e batırıp kaçarken Meş'al'in korumalarınca yakalanmış ve tesirsiz hâle getiril­mişler. Halid Meş'al ise hastaneye kaldırıldı. İki suikastçı da güvenlik teşkilatımızca gözaltına alındılar! Yaptığımız ilk araştırmada ülkeye Kanada pasaportuyla giriş yaptıklarım belirledik. Daha sonra soruşturmayı derinleştirdiğimizde MOSSAD ajanları olduklarını anladık. Suikastı silah yerine farklı bir metotla yapmak istemişler.
Kızgındı Kral Hüseyin.
-  Nasıl farklı bir metot?..
- Açıklayayım efendim: Solunum organlarına zararlı ve zehirli bir madde saçan bir cihaz kullanmışlar. Bu cihazdan vücuda enjekte edilen maddenin kişiyi zehirleyerek öldür­me özelliği varmış.
- İnanılmaz bir şey, dedi Kral Hüseyin kendi kendine. Benim ülkemde hem de burnumun dibinde bir suikast ha! Netanyahu bunun bedelini ödeyecek. Bu kadar ileri gidip uluslararası arenada beni küçük düşürmemeliydi.
Kızgın ve öfkeli Kral, birden sakinleşti. Yüzünde kur­nazca bir gülümseme belirdi.
- Fakat bu olayı lehimize kullanabiliriz, dedi sayıklarcasına.
- Nasıl efendim, diye sordu İstihbarat Başkanı.
Kral yıllardır tahttaydı. Birçok badireler atlatmış, bir­çok tecrübeler kazanmıştı. Nerede ve nasıl çıkarlarını elde edeceğini bilen bir siyaset tarzı geliştirmiş, yıllardır tahtını korumayı bilmişti.
Birazdan toplantıya çağırttığı danışmalarına hitaben olayı kısaca özetleyen İstihbarat servisi başkanının susma­sından sonra, konuştu:
- Beyler, dedi. Ülkemde, hem de pay-ı tahtımda İsrail'in böyle bir küstahlığa soyunması kabul edilemez bir durum. Bu aptalca cesaret gösterisini lehimize çevirecek adımlar at­malıyız. Biliyorsunuz ki gerek mülteci, gerek vatandaş sıfa­tıyla olsun ülkemizde milyonlarca Filistinli var. Son yıllarda Filistinlilerce yönetimimize karşı duyulan olumsuz tepkile­ri bertaraf etmek ve İsrail'in bu küstahlığının cezasını ver­mek için bu olay bir fırsat. Şöyle ki, basma yapılacak açıkla­mada yakalanan iki İsrailli ajanın mahkemelerimizde yargı­lanacakları açıklanmalıdır. İkinci adımda da İsrail'den Halid Meş'al'e enjekte edilen zehrin panzehiri acilen istenilsin. Aksi takdirde her iki ajanlarının da idam edileceği iletilsin.
O anda aklına bir şey gelmiş gibi durdu ve solundaki. danışmasına sordu:
- Şeyh Ahmed Yasin kaç yıldır İsrail zindanlarında yatıyor?
Böyle bir soru beklemeyen danışmanı Önce hafif bir şaşkınlık geçirdi. Sonra tekrar toparlandı.
- Efendim, dedi. Galiba sekiz ya da sekiz buçuk yıl olsa gerek.
- İyi! Bu kadar yıl yatmış, çok bile... Üçüncü olarak da İsrail'e Şeyh Yasin'in serbest bırakılıp ülkemize tedavi edil­mek üzere getirilmesi istediğimiz iletilsin. Zira hastalığının ilerlediğini duymuştum. Yanılıyor muyum?
- Hayır efendim, dedi danışmanı. Sağlık durumu gittik­çe kötüye gidiyormuş. Bunu HAMAS geçenlerde basına verdiği demeçte de belirtmişti.
-  Öyleyse onun da zindandan çıkarılması prestijimizi yükseltecektir. Acil olarak gerekli girişimler başlatılsın.
Kralın yüzünde zafer kazanmış bir komutanın tebessü­mü vardı. Netanyahu'ya gününü gösterecek, Filistin kamu­oyunun gönlünü lehine çevirecekti.
Neticede İsrail hükümetiyle yapılan gizli pazarlıklar sonucu Benjamin Netenyahu, iki ajanına karşılık Kral Hüse­yin'in ileri sürdüğü şartları kabul etti. Halid Meş'al'in teda­visi için söz konusu panzehir de hemen gönderildi. Bu adım, Netanyahu'nun bir hatası ve başarısız bir girişimi olarak tescillenirken, Kral Hüseyin için şimdilik bir başarı, bir zaferdi, uluslararası siyaset arenasında. Yaşlı Kral, sözde durumdan faydalanmasını bilmiş, durumu lehine çevirmişti. "Bir taşla birden fazla kuş vurmak buna denir" diye dü­şündü.
Sekiz buçuk yıla yakın zindan hayatının bu son demle­rinde Şeyh Yasin'in sağlık durumunda bozulmalar gittikçe artıyor, rahatsızlıkları çoğalıyordu. Yıllardır maruz kaldığı işkence, hakaret ve sıkıntılar özürlü bedenini ağırlaşürmış, hasta yatağına düşürmüştü. Tedavisiz, ilaçsız, bakıma muh­taç olan Şeyh Yasin, hafif düzelmeler hissettiğinde zindan kardeşlerini yine sohbetleriyle ihya ediyordu.
Hazreti Yusuf aleyhisselam misali sabırla, tevekkül ve teslimiyetle zindan hayatına direniyor, kararlılığıyla müs­tesna bir şahsiyet sergiliyordu.
30 Eylül 1997 Salı akşamıydı. Kendi dışında cereyan eden olaylardan bihaber olan Şeyh Yasin, etrafını saran ko­ğuş arkadaşlarına nasihatleriyle sohbet ediyordu.
- Yusuf aleyhisselam, Züleyha'nın ve misafirleri olan kadınların fitnesine karşı "Ey Rabbim! Zindan bana bunla­rın davet ettikleri işten daha sevimlidir..." demişti. Böyle­ce yıllarca bu irfan mektebinde kaldı.
Kardeşlerim! Nefsimiz, dünya ile ilgili arzu ve istekle­rimiz tıpkı Züleyha ve misafirleri misali bizleri fitneye da­vet etti. Fakat Hazreti Yusuf aleyhisselam misali zindanı ter­cih eden bir direnişi nasip eden Allah'u Teala, bizi bu irfan mektebinin talebeleri yaptı.
Burası intifadanın mektebi, direnişin merkezidir. Yapımızı korumak, geliştirmek, sağlam ve yıkılmaz bir iman kalesi inşa etmek için mücahede ediniz. Burası Allah'a yakınlaşma ve gönüllerin ilahi dergâha samimiyetle sığınma yeridir. Gönüllerinizi, yüreklerinizi yakınlaştırınız. İslami direnişimize dualar, Kudüs ve Filistin'imiz için yakarış­larda bulununuz. Burası sabır mektebi, tevekkül ve teslimi­yet yeridir, Allah'ın meleklerinin kendileri için istiğfar dile­diği yeryüzü halkından olmak istemez misiniz? Her gün, her saniye fevc fevc meleklerin sohbetlerine, derslerine mi­safir olduğu insanlardan olmak istemez misiniz?..
Aniden mazgaldan koğuşa bir ses dalga dalga yayıldı:
- Ahmed Yasin! Hazırlan! Müdüriyete gidiyorsun.
Sohbet bölünmüştü. Haşim ve Münir Şeyh Yasin'i ha­zırlarken Ebu Abdullah kapıya yöneldi. Birazdan geri dön­düğünde yüzünde şaşkınlık ve sevinç karışımı bir ifade vardı. Kurulu bir robot gibi Şeyh Yasin'e kadar sokuldu ve yeni kendine gelmiş gibi;
- Efendim, dedi bön bön. Sizi bırakacaklarmış. Ortalığa bomba düşmüş gibi sevinç tekbirleri ayyuka çıktı. Kimi sevinçten ağlıyor, kimi gülüyordu.
Şeyh Yasin gayet sakin ve metanetli bir şekilde;
- Hamd Allah'adır. Takdir, O'nun kudret elindedir, de­di. Hemen mi çıkarıyorlarmış?
- Hayır efendim, dedi Ebu Abdullah. Önce müdüriyet­te konuşacaklarrmş. "Akşama bırakacaklar" dedi gardiyan.
Herkes sevinç içinde olayın nasıl olduğunu birbirine sorarken Şeyh Yasin'i kapıdaki görevliler, tekerlekli sandal­yesiyle idareye doğru sürdüler.
Az sonra Şeyh Yasin cezaevi müdürünün odasındaydı. Askeri ve sivil yetkililer de vardı. Her zamanki vakar ve iz­zeti yüzünden okunuyordu. Nedense müdür hep çekinirdi ondan. Bilmediği, tarif edemediği bir histi bu. Hâlbuki di­ğer mahkûmlara karşı bu duyguları taşımazdı. Fakat şimdi misafirlerinin yanında bu hislerini bir kenara bırakmalıydı. Kasılarak konuştu:
- Ee Şeyh Yasin! Haydi, gözün aydın. Serbest bırakıla­caksın.
Teşekkür bekleyen sözler yerine tokat gibi laflar dökül­dü Şeyh Yasin'in dudaklarından:
- Allah'ın gücü ve kudreti her şeye kadirdir. O'na hamd ederim!
- Ama hükümetimizin sana yaptığı bu kıyağı unutma­malısın, dedi odadaki bir askeri yetkili.
- Şükür Allah'adır, vesilelere değil.
- Seni, dedi bir sivil yetkili. Kral Hüseyin'in ricası üze­rine bırakıyoruz. Hastalığını orada tedavi edecekmiş. Yani artık serbestsin Şeyh Yasin.
Aklına başka şeyler geldi Şeyh Yasin'in "Bunlar oyun oynuyor olmasınlar sakın. Direnişten beni koparmak için sürgüne yolluyor olabilirler" diye geçirdi zihninden. Söyle­nen sözlere şüpheyle baktı. Konuştukça mesele anlaşıldı. Kendisi dışında gelişen bir takdir-i ilahi ortadaydı. Elbette yüce Allah dilerse mümin kulları için en umulmadık kapı­ları, umulmadık vasıtalarla açar. Sebepler hiçbir zaman Münim-i Hakiki'nin yerini tutamazdı.
- Ürdün'e gitmeyeceğim!
Soğuk bir duş etkisi yapmıştı bu iki kelime. Odadaki herkes birbirine bakarken aynı sivil yetkili:
-  Herhalde anlatamadık Şeyh Yasin, dedi şaşkınlıkla.
Sana serbest kalacağını ve Ürdün'e Kral Hüseyin tarafından davet edildiğini, hatta tedavi göreceğini söylüyoruz. Hem buna ihtiyacın yok muydu?
- Ürdün'e gitmeyeceğim dedim. Vatanımdan asla ayrıl­mam. Ancak...
- Evet ancak... dedi yetkili heyecanla.
Zira gitmemesi durumunda işler sarpa saracaktı. İkna edilmeli ve göndermeliydi.
- Ancak, dedi Şeyh Yasin. Filistin'e tekrar geri dönme hakkımın mahfuz olduğuna dair yazılı ve geçerli bir belge­nin yönetiminiz tarafından bana  verilmesi  durumunda Remle'den ayrılabilirim.
- Yani gidecek olursan bir daha dönememe durumunun olabileceğini mi iddia ediyorsun?
-  Evet! Yurduma istediğim zaman dönme hakkımın mahfuz olmasını istiyorum. Aksi halde asla Filistin'den çık­mam.
Sivil yetkili hiç konuşmadan odadan çıktı. Odada fısıl­tılar yükseldi. Hafif sesler Şeyh Yasin'in kulağına da geli­yordu:
- Adama bak yahu! Bu haliyle dahi direniyor.
-  Onun yerinde başkası olsa hiç düşünmeden kabul ederdi.
- Kendisini sürgün etmememiz için önlem alıyor.
- Sakat, ama çok zeki biri!
- İşini garantiye almak istiyor!
Yarım saat sonra aynı yetkili tekrar içeri girince tüm gözler ona çevrildi.
- Pekâlâ, Şeyh Yasin! dedi sivil yetkili. Birazdan Ürdün helikopterleri gelecek. Biz belgelerini hazırlayana kadar sen de hazırlanırsın.
Hz. Yusuf aleyhisselam misali bir tavır sergilemişti Şeyh Yasin. Hz. Yusuf Aleyhisselam, kralın rüyasını yorum­ladıktan sonra kral tarafından serbest bırakılıp huzura çağırılınca, hemen zindandan çıkmadı. Önce Züleyha ve misa­firi olan kadınların ağzından suçsuzluğunu İtiraf ettirdi. Daha sonra zindandan çıktı. Zira zeki tavrıyla suçsuzluğu­nu perçini eştirirken, aleyhine oynanan oyun ve hilelerin hepsini boşa çıkarmıştı.
Şeyh Yasin de Yusufvari bir hareket ve siyasetle Filis­tin'e dilediği zaman dönme hakkını belgeleyerek, işgalci Yahudi'nin sinsi oyunlarını boşa çıkardı. Çünkü Şeyh Yasin'in Amman'a götürülüşüyle bir daha dönmesine izin vermeyerek ondan kurtulacaklarını hesaplamıştı İsrail reji­mi. Fakat yanılmışlardı. Müminin feraset ve basiretini hesa­ba katmamışlardı.
Müdüriyet odasında kendisini gözetleyenlere karşı hiç heyecana kapılmadan tam bir kararlılık göstererek, aleyhin­de çevrilen oyunlara meydan vermedi. Filistin davasına olan bağlılığını, direnişe olan duyarlılığını ortaya koydu. Hem de Yusufvari bir tavırla...
Koğuşuna döndüğünde tüm gözleri üzerinde buldu. Olan biten gelişmeleri kısaca anlattıktan sonra:
-  Kardeşlerim! dedi. Yüce Allah'ın takdirinin nerede, nasıl gerçekleşeceğini bilemeyiz. Fakat dönme hakkımın mahfuz olduğunu belirten belgeyi almadan da helikoptere
binmeyeceğim. Filistin'in direnişçi halkına şu mesajımı ilet­meyi unutmayın: "Bu vatana sahip çıkma konusunda asla gevşeklik göstermeyin. İşgalciler sizin en ufak bir zaafınızı bile kendi şahsi politikaları için kullanabilirler. Buna fırsat vermeyin." Hakkınızı helal edin...
Hıçkırıklar, tekbirler yükseliyordu koğuştan. Tek tek Şeyh Yasin'e sarılıp ağlayanlar, bir yandan da çıkışma sevi­nerek teselli buluyorlardı.
Remle zindanı, sekiz- sekiz buçuk yıldır ondan aldığı feyizle hayat bulmuştu. O, Filistin'in olduğu gibi zindanın da manevi dayanağıydı. Herkes gücünü onunla buluyor; nasihatleri, dersleri, sohbetleri kısaca varlığıyla teselli olu­yordu. Ya şimdi? Remle onsuz boynu bükük bir yetim ola­caktı.
O salı akşamı istediği belgeleri de yanına alan Şeyh Ya­sin, Ürdün'den gelen helikopterler eşliğinde Amman'a uç­tu. Yüreğini Remle'de bırakarak... Kardeşlerinin akıttığı gözyaşlarını yüreğinde damla damla hissederek.,. Edilen duaların kulaklarında yankılandığını unutmayarak... Zaten o mazlumların duaları değil miydi Filistin için direnişi şaha kaldıran, izzetli ve şerefli bir intifadayı dünyaya ilan eden?
Şeyh Yasin Amman'a varır varmaz tedavi altına alındı. Yıllar boyu Remle zindanında kalan ve eziyet gören felçli vücudu epeyce yıpranmıştı. Sağlığını etkileyen olumsuz koşullar, hastalıklar türetmişti bedeninde.
Tedavisi devam ederken Ürdün yetkililerinin yanı sıra Ürdün'deki Filistinliler ve HAMAS'm Ürdün Siyasi Biri­mi'nin ileri gelen isimleri de Şeyh Yasin'i ziyaret ediyordu.
Onun Amman'a gönderilmesini 'Sürgün' adı altında basma haber olarak sızdıran işgalci yönetim, Filistin direni­şini sekteye uğratmak, psikolojik çöküntü meydana getir­mek istedi.
Bu sırada hastaneye gelen bir gazeteci, bu soruyu dile getirince şöyle bir cevapla karşılaştı:
- Sürgün olduğum iddiası doğru değildir. Bu, art niyet­li ve bilinçli bir yaklaşımdır. Amman'a tedavi için geldim. Allah'ın izniyle, sağlığıma kavuşur kavuşmaz vatanıma ge­ri döneceğim. Zira işgal yönetiminden yurduma geri dön­memi sağlayacak yazılı bir belge aldım, istediğim zaman vatanıma geri dönme hakkım mahfuzdur.
Şeyh Yasin'in daha fazla yorulmaması için dışarı çıka­rılmasından sonra gazeteci, kafasında dolaşan başka bir so­runun cevabını alamamanın sıkıntısı içindeydi. Birden Şeyh Yasin'i ziyaret edenlerden bazılarının koridorun bir köşe­sinde aralarında konuştuklarını gördü. Yanlarına yaklaştı. Aklını kurcalayan sorunun cevabını bulabilmek ümidiyle ayaktaki ziyaretçilerin içinde tanıdık bir sima aradı.
Gözleri İbrahim Goşe'ye takıldı. Hemen yaklaştı:
-  Sayın Goşe, Şeyh Yasin'in Amman'a getirilmesi, Ür­dün'ün elinde tutuklu bulunan iki MOSSAD ajanına karşılıkmış deniliyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
ibrahim Goşe, soruyu soran gazeteciye baktıktan sonra yanındaki Muhammed Nezzal'a döndü. İkisi de HAMAS hareketinin Ürdün siyasi kanadını temsil edenlerdendi. Temkinli ve ihtiyatlı konuşmalıydı.
- Ortalık bir müddettir böylesi söylentilerle çalkalanıyor, dedi İbrahim Goşe. Biz de bunlara inanmak istemiyo­ruz. Nitekim bir iki saat önce kraliyet basın sözcüsü bir açıklama yaptı. Buna göre, bu konuda bir pazarlık olduğu iddiaları olmadığı gibi başkanımız Halid Meş'al'e suikast girişiminde bulunan iki MOSSAD ajanının da Ürdün mah­kemelerinde yargılanacakları açıklandı. Gazeteci ikircikli bir soru yöneltti:
- Peki, siz buna inanıyor musunuz? Muhammed Nezzal araya girdi:
- İnanmak istiyoruz, dedi. Zira suç mahali Ürdün dev­letidir.
Gazeteci muzipçe güldü. Konuyu daha fazla irdeleme­den ortada soru işaretleri bırakarak uzaklaştı.
Tedavisinde nispeten olumlu gelişmeler görülen Şeyh Yasin'in Gazze'ye dönme zamanı yaklaşmıştı. Sık sık ziya­retine gelen Goşe ve Nezzal'a baktı. HAMAS, artık ülke dı­şında da kendisini gururla temsil edecek genç, dinamik si­yasi temsilcilere sahipti. Filistin'in Özgürlüğü için son dere­ce kararlı olan hareketin bu aktif fertleri, uluslararası arena­da boy gösteriyordu.
Şeyh Yasin o gün, adeta hastalığını unutmuştu. İbrahim Goşe'ye bakarak tebessümle:
- İslami Direniş Hareketimizi bihakkın Filistin dışında da temsil etmenizi takdir ediyorum, dedi. Dualarımız başa­rılarınızın devamına yöneliktir.
Saygı dolu bakışlarla;
- Allah razı olsun, dedi.
- Halid Meş'al nasıl? İyileşti mi?
- Tam değil efendim. Ama sizi yakında ziyarete gelebi­lir.
- Hayır, hayır! Rahatsız olmamalı, iyileşmesi öncelikli temennimizdir.
Nitekim beklenen gün gelip çattı. Şeyh Yasin, Gazze'ye uğurlandı. Tam olmasa da tedavisi müspet neticeler vermiş­ti. Fakat yılların, sakat bir vücuda yığdığı marazlar kolay kolay onulacak gibi değildi.
Gazze o gün sevgilisine kavuşan âşık misali şen ve ne­şeliydi. Sekiz buçuk yıllık bir hasret, bir özlem vuslata dö­nüşmüştü. Halk sevinç içindeydi, işgalci yönetime nazire yapılırcasına yüzler sevinçli, gözler aydınlıktı.
Coşkulu sevenlerin karşılaması Şeyh Yasin'i mutlu et­mişti. Hele içlerinde, iki gözbebeği Rantisi ve Ebu Şenneb'i görmek ne hoş, ne güzel bir duyguydu. Hocalarına sarıl­mak, doyasıya hasretlerini dindirmek, ulvi bir davanın ver­diği hissiyatın tezahürüydü. Şeyhlerini tekrar başlarında görmek, tekrar mücadeleye devam etmek, eski günleri anımsatıyordu. Ona ne çok muhtaç olduklarını anlamış, onunla oldukları günlerin kıymetini idrak etmişlerdi.
Şeyh Yasin'in evinde ise sevincin yansıması tüm ailede neşe, tüm ailede heyecan meydana getirmişti. Henüz ço­cukken geride bıraktığı Abdi 25'ine yakın bir delikanlı ol­muştu. 8'i kız, 3'ü erkek olan çocuklarından kimi evlenmiş, kimi genç kız ya da delikanlı olmuştu. Etrafında torunları­nın seslerini duydukça zihninde yıllar öncesi hatıralar can­landı.
Çocuklarının ağlamalarını, yerlerde badi badi yürüme­lerini düşündü. Meryem'e, Abdulgani ve Abdulhamid'e baktı. Serpilmiş fidan gibi olmuşlardı.
Birden yılların ne çabuk geçtiğini hatırladı. Etrafında biriken bunca insan, daha dün yoktu. Şimdi birer delikanlı, birer genç kız olmuşlardı. "Demek ki ihtiyarladım gayri!" diye düşündü.
Gözleri, yanında mutlu bir şekilde oturmuş olan sevgi­li hanımı Halime Hatuna takıldı. Geçen yılların izlerini yü­zünden okudu. Fakat başka bir mutluluk okunuyordu hanı­mının yüzünde. Kocası, çocukları ve torunlarıyla bir arada olmanın mutluluğu olsa gerekti...
Kucağına bırakılan küçük torununun minik elleriyle, ağarmış sakalını çekmesi; yılların acılarını, çektirdiklerini alıp götürdü o an üzerinden. Kalbin meyvesi olan bu küçük torunları ve çocukları; hayatın acılarını çekilir, hanesini ma­mur kılmıştı. Yüzünde dalga dalga yayılan tebessüm bu ge­cekondu tipi evde bir bayram sevinci yaşatıyordu herkese.
PİR'Î İNTİFADA
Mehmet Ali Gönül

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.