ŞİA-ŞİİLİK
Küçük, küçücük, minnacık bir çocuk...
Daha elleri yumur yumur, sevilesi, okşanası, öpülesi eller...
Hele o melekleri kıskandıracak kadar saf ve temiz-masum ifade yüzdeki...
Ya o gözler; daha haram bilmeyen, hased, kin, nefret bakmayan o gözler...
Irak'ta, Suriye'de ve daha birçok İslam beldesinde tüm bu masum sıfatlardan arınıp, sadece ama sadece ölü bedenleri ile gördüğümüz çocuklarımız...
Hergün arka arkaya fotoğrafları yayınlanan; masum-temiz yüzlerini kanın bile kirletemediği çocuklarımız...
Ölümü bile acılara boğan çocuklarımız...
İnanın ölüm bile bundan ızdırab duyuyordur da, ya onları katleden eller.
Ya onlara bomba bırakan, tetik çeken, en vahşi hayvandan daha vahşi, sırtlanlardan daha aşağı hayvanlar....
Dün bir resim gördüm; Irak'tan. Safevî-Şiî Maliki'nin öldürdüğü masum çocuklardan birinin fotoğrafı.
Veya Nusayri Esed'in öldürdüğü Suriye'li bir küçüğün fotoğrafı...
Hani Kumandan diyor ya;
"(farketmez zaman ve yer
ismi ister Ferdinant Marcos
ister TATÜR olsun
köpekler birbirine benzer)
İşte bu köpeklerin ortak noktası: ŞİİLİK...
Hiç kimse merak etmesin, öbür köpeklere de(Cehennem köpeği Hariciler de) sıra gelecek, ama ilk önce Üstad Necip Fazıl Kısakürek, "Doğru Yolun Sapık Kolları" isimli eserinde şiilik etrafında neler söylemiş, ona bakalım.
Onun söz söylediği yerde bize düşen susmak ve dinlemek...
Yoksa yazacak çok şey var da...
ŞİA-ŞİİLİKHaricilikle at başı giden, beraberce yürüyen, hangisinin önce olduğu ve tesir veya aks-i tesir
aldığı belli olmayan, o da türlü kollara ayrılan ve nihayet devletleşmiş bulunan bu mezhep,
itikadi bir dalalet mektebi olarak, «Doğru Yolun Sapık Kolları» arasında, belirttiği yaygınlık
noktasından, bazı örnekleriyle başlıca uçurum koludur. Haricilik dış yüzler üzerinde akamet
mantığı müessesesiyse , Şiilik, iç yüzlere dönük ve selim aklın her desteğinden mahrum, bir
sınır bozuculuk ve insanı şeytani çapta yüceltme ve putlaştırma kuruluşudur.
Şiilik, «Beyt Ehli-Peygamber Evinin kadrosu»na üstünlük tanıma noktasından temayülünü
Hazret-i Osman'ın Halife seçildiği zamana kadar gerilere götürse de gayet tabii olan bu
sevginin itikat hududunu zorlayıcı, bazen de yıkıcı şekilde mübalağalara vardınlması, Hazret-i
Ali devrinde başlar ve bu felaketin tohumları, Haricileri de geriden körükleyici İbni Sebe eliyle
atılar.
Yahudiliğin özü ve Haricilikle beraber Şiiliğin mayalandırıcısı bu tarihi şeamet heykeli,
Hazret-i Ali'ye:
- Sen Allah'sın!
Demeye kadar gitmiş ve korkunç küfrüne karşı ateşte yakılması emri verilince de:
- Demedim mi, insanlan yakmak yalnız Allah'a mahsus
olduğuna göre, Allah olmasaydın bu emri vermezdin.
Diye mukabele etmiştir.
Doğruluk derecesini bilmediğimiz bu rivayetin mutlak
doğru tarafı İbn-i Sebe ekferinin Hazret-i Ali'ye ilah gözüyle baktığı ve bu görüşünü açıkladığı,
Hazret-i Ali'nin ise hiçbir insanı şeriatte haram olan bir cezalandıma şekliyle ölüme
sürmeyeceğidir.
İbn-i Sebe bu sert davranış üzerine Hazret-i Ali muhitinden kaçtı ve tohumlarını her tarafa
serpmeye koyuldu. Ve yığınlara açıkça kabul ettiremeyeceğini bilmesine rağmen, İslamda ilk
ciddi rahneyi açıcı, Hazret-i Ali'ye insan üstü bir hüviyet verme ve onu, hatta Kainatın
Efendisine takdim etme dalaletini tohumlandırmış oldu
Öyle ki, Şii sınıf, Cebrail'in şaşınp da vahyi Hazret-i Ali yerine Resule götürdüğü hezeyanına
kadar vardı.
Her karşılığın müstağni kaldığı ve hiçbir cinnet nevinin eşine rastlanmadığı bu gibi hezeyanlara
rağmen, Şiiliğin, Hazret-i Ali'yi mübalağayla sevmek ve halifelik hakkını onda ve sülalesinde
görmek, diğer üç büyük Sahabiyi de küfürle suçlamamak şeklinde sınırlı ve itidalli Şiiliğe küfür
kondurulamaz ve böylesi bazı sapıklıkları olsa da «Kıble Ehli»sayılır.
Nitekim «Şii» adını Hazret-i Hüseyin'in misilsiz bir şenaat üslubu içinde şehit edildiği Kerbela
vak'asından sonra alan ve nihayetlerine kadar Emevilere düşmanlıkta devam eden Hazret-i Ali
taraflıları, o güne değin bir şahıs ve aile imtiyazı üzerinde sadece hissilik belirtirken, ileriye
doğru itikadi manada mezhepleşmiş, binbir parçaya ayrılmış, bir kısmiyle de ismine «Gulat-
aşırılar» denilen bölümlere ayrılmıştır.
Üç ana şube:
GALİYE: (Gulat-aşırılar)
Bu şube ayrıca 15 bölümlü.
RAFIZA: (İlk iki Halifeyi reddedenler)
Bu şube de 24 fırka.
ZEYDİYE: ( Rafızaya karşı çıkanlar)
Bunlar da 6 kısım.
Görülüyor ki, sayılabildiği kadarıyla 45 kollu bir «Şia-Şiilik» hareketi İslam'ın ilk asrında başını
almış gidiyor.
Şiilerin her ölçüyü devirici ve çiğneyici azgınlar ve aşırılar sınıflarını kasdederek kaydedelim
ki, aynı hal, babasız hak peygamber Hazret-i İsa'dan sonra da meydana gelmiş ve bir yahudi
eliyle bozulan İsevilik, yüce Resulü Allah'ın oğlu diye İlan etmişti.
Bu şeytani mübalağa belası, en küçük dereceden en üstününe ve nihayet erişilmez olanına
kadar topyekun tarihe ve insanoğluna musallattır.
ŞİİLİK ETRAFINDA
İkinci bin yılın yenileyicisi İmam-ı Rabbani Hazretleri -ki bugün onun açtığı devre içinde ve o
devrenin ortasındayız- Şiiliği ve kollarından «Rafıza»yı, Alevilik tabirini de ekleyerek
sapıklıkların en korkunçlariyle vasfeder ve belli başlı şubelerini tek tek sayarak, Hazret-i Ali'ye
uluhiyet konduran dallarına kadar belirtir
«Tutan; bir şahsı mübalağayla tutan» manasına Şiilik ve onun neticede aynı, fakat tespitte
tersinden, «Bırakan» anlamında Rafızilik, biri Hazret-i Ali'yi sınırının üstüne çıkarmak, ikincisi
de yüksek Sahabileri düşürmek hedefinde toplanır ve Aleviliği de kelime farkıyla içinde taşır. Bu
şekilde hulasa edilebilecek olan Şiilik yolunun ayrıca kaydettiğimiz Rafızilikten başka kolları,
dalları ve onların da kolları ve dalları, bir sürü... Hak nasıl bir, batıl da sayısızsa, Şiilik batılının
da bölümleri öyle; ve sayısız batılını ilan etmekte. Sapıt sapıtabildiğin kadar!... Bu bölümleri
teker teker ele almaya lüzum görmüyor ve hangi inanışın hangi kola ait olduğunu belirtmeden,
ifrattakilerin hepsini birden Şiilik ve Alevilik dairesine alarak gösteriyoruz.
En başta İbn-i Sebe kolu olarak Haricilerden başlayıp Hazret-i Ali'nin hilafeti boyunca süren ve
Şillik mektebinin temelini kuran cereyan... Hazret-i Ali'yi ilah ve Cebrail'i yanılmış bilenler...
(Bu rivayet İmam-ı Rabbani Hazretlerinin tasdikinde olduğuna göre, vaki...)
Büyük imameti, yani devlet reisliğini, Hazret-i Ali ve soyundan kabul edip, başkalarını o
makama müstehak görmeyenler ve Peygamber soyu haklarının gaspedilmiş olduğunu iddia
edenler.
«İsna Aşeriyye» adı altında Hazret-i Ali soyundan «12 İmam» nazariyesini güdenler ve hepsini
birden insanüstü sayanlar... Bu imamlardan onikincisi, nazarlarında gaip ve son zamanlarda
zuhuru bildirilen Mehdi'yi temsil etmekte...
«Tenasuh»a, ölümden sonra ruhun başka cesetlere hululüne inananlar; Allah'ı insan
şeklinde hayal edip zamanla yıprandığını, yalnız yüzünün kaldığını, ruhunun da Ali'ye geçtiğini
öne sürenler....
Herşeyi batına, içyüze bağlayanlar ve zahire, dış yüze ait bütün yasakları ve emirleri inkar
edenler...
Hazret-i Ali'nin öldürülmediğini, ölmediğini, yerine şeytanın öldürüldüğünü ve onun göğe
kaldınldığını, bulutlarla sarılı olduğunu, «şimşek onun kamçısı ve gök gürültüsü sesidir!»
iddiasında bulunanlar... Dünyanın en galiz teşbihiyle, Allah'ın Resulünü, iki karganın birbirine
benzediği kadar Hazret-i Ali'ye benzetip Vahy meleğini bu yüzden şaşırmış ve Kur'anı Ali yerine
Peygambere indirmiş sananlar...
Hazret-i Ali'yi ilah kabul ettikten sonra, onun, Peygamberi Resul olarak gönderdiğini fakat
Resulün insanları Ali'ye bağlayacağı yerde kendisine bağladığını iddia etmeye dek gidenler...
Daha neler ve neler!... Başıboş hayalin en süfli madde ve fiilden çizebileceği nispetleri en
ulvi mana ve hakikate yakıştıranlar ve sakat hayal ile sıhhatli hakikat görüşü arasında hiçbir
mizana sahip bulunmayanlar....
Geniş ve toplu teşhis dairesi içinde Şiilik budur; ve onlardan «mutedil» diye
sıfatlandırdığımız, Hazret-i Ali'yi «tafdil-üstün tutma» yolunda olsa da büyük Sahabileri tasdik;
ve AIlahı, Resulünü, Kitabını ve şeriati doğrulayanlar müstesna, gerisi, «EI-küfrü milletün
vahide - Küfür tek bir millettir!» hükmü altındadır.
Tefessüh ocağı Bizans'ın vecd kurutuculuğu, hayal puthanesi İran'ın ölçü bozuculuğu ve
Hazret-i Musa'dan beri bütün bu nefsani ve şeytani fakültelerin başlıca işleticisi Yahudi
dehasının tesiriyle İslamda ilk defa büyük sapık kol Şiilik, o gidişin ismidir ki, Haricilerin
kurduğu sığ ve kaba küfre dayalı baş kaldırma zemini üzerinde yüzde yüz mecnun ve hiçbir
tartışmaya değmez itikadi hastalıklar kapısını açmış, kendisinden sonra gelenler üzerinde
daima aşısını göstermiş ve ileride, çok ileride -belki bugün- arınmasını bekleyen hak dinin
hiçbir devrinde tam kapatılamayan yarası olmuştur.
DEVLETLEŞEN ŞİİLİK
Kol kol, isim isim üzerlerinde durmaksızın ve bağlı oldukları şahısları göstermeksizin, itikat
şekilleri halinde kısaca çerçevelediğimiz Şiilik, bazı ellerde birtakım huruç hareketleri
kaydettikten sonra, çoğunda olduğu gibi sahiplerinin ismini taşıyan bir şube olarak Hicri Üçüncü
Asırda, Irak taraflarında ve «Kıramıta» ismi altında bir devletçik kurdu. Şiiliğin en mecnun kolu
İsmailiyeden bir dal olan Kıramıta topluluğu bir asır kadar kendi havzasında hükümranlığını
sürdürdü, Sünnet ve Cemaat ehline yapmadığı zulüm bırakmadı; Mekke'yi bastı, binlerce hacıyı
kılıçtan geçirdi ve «Hacer-i Esvet»i söküp Irak'a götürdü. Hicri 378 yılında ortadan
kaldırıldı.
Ayrıca Mısır'da Fatımiler...
Şii kollarından asıl devletleşebilen ciddi örnek, (Hicri
473) Hasan Sabbah isimli bir mecnunun bayrağını açtığı doğrudan doğruya İsmailiye, bir
ismiyle de Batınıye şubesidir.
-
«Cevizin içiyle kabuğu gibi Kur'an'ın bir batını (içi), bir de zahiri (dışı) vardır. İş batındadır
ve zahirdeki emirler ve yasaklar vardır. Batına bağlananlar murada zahmetsiz ve eziyetsiz
erer. Haram diye bir şey yoktur ve her şey helaldir. Şeriat sahibi Peygamberler yedidir;
bunlar Adem, Nuh, İbrahim, Nusa, İsa, (M...) ile altıya ermiştir; yedincisi ise Mehdi'dir ve
gelecektir. Allah vardır, alimdir, kudretlidir!»
Ve tespitinin bile kaleme giran geleceği daha neler!.. Mesela:
«-Kadın, adetten sonra namazını kaza etmez de orucunu kaza eder, nasıl olur? İdrar
meniden daha pisken guslü gerektirmez de öbürü gerektirir, niçin? Bazı namazlar ne yüzden 4
rekat da bazıları 3 veya 2?..»
Ruh emrine basit bir ölçü aleti olan aklın hangi sapıklığa kadar memur edilebileceğini
göstermekte eşsiz bir (manyak) olan Hasan Sabbah, İran'ın meşhur nasipsiz şairlerinden Ömer
Hayyam ve Selçuklu vezirlerinden Nizamülmülk ile mektep arkadaşlığı etmiş ve Alparslan'ın
himayesine ermişken, Selçuklularla bozuşmuş, oradan Mısır'a kaçmış, Şii Fatımilerden himaye
görmüş ve Fars illerinde, - nice büyük din adamına beşik olmakla maruf ve bu defa küfrün en
şiddetlisine maruz- öz memleketi Rey şehrinde başına birtakım tımarhanelikleri toplayarak bazı
zaptedilmez kaleleri basmış, düşürmüş, üzerine gelen Selçuklulara karşı durabilmiş ve devleti
yedinci asrın ortasına kadar 181 yıl ayakta kalabilmiş bir adam.....
«Kartal yuvası» manasına, dik kayalıklar üstünde «Alamut» kalesi... Bu kalede bağlılarının, bir
işaretiyle kendilerini kale burçlarından aşağı attığı, kuduz fıkir ve gözü karalıkta ve cahil
yığınları büyülemekte eşsiz bu adam, Şiiliğin Rahmanilikten Şeytaniliğe aktarma edilen, Bizans,
Fars ve Yahudi kırması «İlhad-küfür»aksiyoncularının başında gelir.
İmam Cafer-i Sadık Hazretlerinin büyük oğlu İsmail'i son imam tanıdıkları için «İsmailiye»
ismini alan, sadece 7 imam kabul ettiklerinden «Sebiyye- Yedicilik» diye adlandırılan ve zahir
ölçülerini reddetmelerinden ötürü «Batınıyye» diye de yaftalanan bu fırka, Useyriler, Dürziler
üzerinde dahi tesir sahibidir.
Gerisi, Hicri Onuncusu Asır başlarında, Şah İsmail Safevi'nin resmen Şiiliği ilan etmesiyle bu
mezhebe yataklık eden ve başta Yavuz Sultan Selim, Osmanlı Padişahlarım bir hayli uğraştıran
ve Anadolu topraklarına Aleviliği sokan Farslar... Fars tipi, İslamı yüceltmekte ve batırmakta iki
ters istikamet sahibi mücerret bir istidat ifadesidir.
ALEVİLİK
Mutedil ve sınırlara riayetkar Şiiler, «Gulat» diye isimlendirdikleri, ruhlarını topyekun
çerçevelediğimiz kolları kendilerinden saymazlar; hatta bunları «Kıble Ehli», yani mümin kabul
etmezler.
«Gulat» kadrosunda en ileri kol da yine türlü şubeleriyle
Alevilerdir.
İmam-ı Rabbani bunlar için kaleme aldığı bir risalede
şöyle buyuruyor.
- Bugün Şiilerin en azgın fırkasına Alevi deniliyor. çoğu
okuma yazma bilmeyen din ve dünya cahilleri bunlar...»
Ve meseleye şu hadis ile cevap veriyor:
- «Fitneler, bid'atler ortaya çıkıp Sahabilerime dil uzatıIdığı zaman doğruyu bilenler onu
bildirsin! Eğer bildirmezlerse, Allahın, meleklerinin ve insanların laneti bildirmeyenin üstüne
olsun! Allah, böyle bilginlerin, ne farz, ne nafile, hiçbir ibadetini kabul etmez!»
Müthiş!.. Şiilik mevzuunda gerçekten bu muazzam Hadisi göstermekten başka hiçbir
mukabeleye değmez. Sırayla en büyük üç halifeden başlayarak Hazret-i Muaviye'ye kadar-ki
günümüzde bile buna yeltenen sözde İslam düşünürleri vardır- bazı Sahabileri kötüleyenler.
içtihat ve davranışları ne olursa olsun, «Sahabi»nin manasını sezmekten yoksun. İslam'ı nakış
gibi kalbinde değil tasma gibi boynunda taşıyan nasipsizlerdir.
Yine bir hadis:
- «Ben her günahın şefaatçısıyım; illa sahabilerime sövenIere şefaat etmem!..»
Öbürlerinden farklı olarak Sahabiliğinin inkarı küfre varıcı, Nebilerden sonra insanoğlunun en
büyüğü Hazret-i Ebubekir'i kötülemeye kadar giden Rafızilik de cevabını bu hadisten alsın:
- «Son zamanlarda Rafızi diye isimlendirilen bir topluluk türer. Bunlar İslam'ı terkederler.
Onları öldürün, çünkü şirktedirler! »
Hazret-i Ali'ye hitap eden bir hadis daha:
- «Benden sonra bir topluluk gelir. Onlara Rafızi ismi verilir. Sen onlara yetişirsen, ya Ali,
onları yaşatma! Onlar müşriktir!
Hazreti-i Ali buyuruyor:
- Bu emir üzerine sordum: Alametleri nedir, ey Allahın Resulü?
Dediler ki;
- Sende olmayan şeylerle seni medh ve sena edecekler ve
evvelkileri kötüleyecekler!»
Eğer Şiilik Hazret-i Ali'yi sevmek sanılıyorsa, tersinden, aldatıcı mantık oyunlarının en hain ve
habisine kurban olunuyor demektir. Yaratıcı hakikatten yaratılmış hakikatlere kadar herşeyi
inkar edip hepsini birden Hazret-i Ali'ye bağlamak, onu, cımbızla etinin her zerresini kopararak
öldürmeye kalkışmaktan farksızdır. Hazret-i Ali sevgisi «Sünnet ve Cemaat Ehli» ölçüsüne
bağlıdır; ve tıpkı Musa ve İsa Peygamberlerin gerçek kıymet ve hakikatlerini bulmak
isteyenlerin, bunu Yahudilerde ve Hıristiyanlarda bulmak yerine İslamda görmek mevkiinde
olmaları gibi, topyekün Şiı ve Alevilerin de hakiki Aleviliği, aslı mezhepte gerçekleştirmeleri icap
eder.
Ruhları İslam aşkiyle dolu, en büyük üç Türk hakanından -Fatih, Birinci Selim ve İkinci
Abdülhamid'in- en köklü ve derin bir anlayışla mücadele ettiği, büyük çapta engellediği, fakat
herşeye rağmen, tefessuh devrimizde önüne geçilemeyen ve bugün Türk nüfusunun, bilmem
yüzde kaçını temsil eden Alevilik, aynen İmam-ı Rabbani ölçüsüyle din ve dünya cahili ellerde,
kutusunun içi boş bir etiketten ibarettir; ve ne Sünnet Ehlinin üzerine yürüyen, ne üzerine
yürünülen ve ancak «hiç» kelimesiyle belirtilebilecek pasif, fakat her an ve her türlü din
aleyhtarı cereyanlarca istismarı mümkün bir manzara arzetmektedir.
Bugüne dek din aleyhinde girişilen ve adına «Devrim» denilen davranışlarda (direkt) veya
(endirekt), Türk Alevileri, kendilerinden hiçbir tepki gelmeyecek ve İslam esaslarının kıyımına
seyirci kalacak bir sınıf olarak istismar ve bahane mevzuu olmuştur.
Kör ve habersiz bir gelenek yolundan gelen Türk Alevilerinin kültür, telkin ve temsil yoluyla
fethedilmeleri lazımdır.
Hiç yorum yok